SAS Metodu; nörobilim araştırmalarına dayalı veriler ışığında, ileri ses mühendisliği teknikleri kullanarak yapılandırılan seçilmiş müziğe gömülü özel akustik modülasyon- larla beynin hedeflenen işlevlerle ilgili lokal ve global nöral ağlarında nöroplastisiteyi indükleyen non-invaziv bir nöromodülasyon yöntemidir.
Nöroteknolojideki ilerlemelere paralel olarak özellikle 15 yılı kapsayan fonksiyonel nörogörüntüleme araştırmaları, metodun teorik arka planını ve etki mekanizmalarını güçlü bir şekilde desteklemektedir. Bağlantısal beyin ağ mimarisinin hedeflenen işlevlerle ilgili bölgelerinde ve bu bölgeler arasındaki işlem yollarında nöronal frekanslarla uyumlu salınımlar oluşturarak faz kilitlenmesi, senkronizasyon ve kenetlenme (entrainment) sağlayacak şekilde yapılandırılan SAS programları fonksiyonel nöroplastisite mekanizmaları üzerinde indükleyici ve düzenleyici etkiler oluşturmaktadır.
SAS Metodu, nörogelişim sürecinde yer alan duyu-motor, dilsel, bilişsel, duygusal ve psikososyal beceri ve işlevlerin nörobiyolojik temellerini hedef alarak, beyin bölgeleri ve beyin yarımküreleri arasındaki iletişimi ve uyumu düzenlemeye yardımcı olur. Kişiye özel hazırlandığından, yalnızca amaçlanan birey tarafından kullanılması önerilen SAS Metodu’nun nörobilimsel dayanakları, etki mekanizmaları ve kullanım alanları aşağıda açıklanmıştır.
İşitme sistemi, birbirleriyle bağlantılı birçok periferik ve santral anatomik birimin oluşturduğu işlevsel bir komplekstir. Dış kulak (kulak kepçesi ve işitme kanalı), orta kulak (timpanik membran, çekiç, örs ve üzengi), iç kulak (koklea ve vestibüler organlar), işitme siniri, beyin sapı , işitme korteksi ve ses işleme ve anlamlandırmada rol oynayan diğer beyin bölgelerinden oluşur. İşitme sistemi; ses frekansları ve yoğunluklarının ayırt edilmesi, uzayda ses kaynağının konumunu belirleme, işitsel öğrenme, dil gelişimi, zihinde işitsel imgelerin yaratılması ve elbette müzikal girdilerin analizi ve anlamlandırılması gibi çeşitli süreçlere hizmet eder. Müzikal uyaranlarla ilgili işlemler; beyin hemisferleri arasındaki entegrasyonu sağlayan korpus kallosum, duyusal ve motor sistemin üst yapısını oluşturan sensoriyal ve motor korteksler, diğer beyin alanları ile bağlantı içinde çalışarak davranışları düzenleme ve karar verme sürecinde rol oynayan prefrontal korteks, ödül sistemi ile etkileşim içinde emosyonel yanıtları oluşturan amigdal ve akumbens çekirdekleri, görme işlemlerini yürüten oksipital korteks, sıralama-zamanlama işlemlerine katkıda bulunan serebellum ve müzikal bellekle ilgili hipokampus gibi çok sayıda anatomik bölgeyi ve bunların bağlantı yollarını içeren büyük ölçekli bir beyin ağ organizasyonunda yürütülür.
Beyin, uzun yıllar boyunca duyu, hareket, düşünme, duygu, bellek, konuşma, anlama, müzik vb. fonksiyonları izole bölgelerde ayrı ayrı ve kendi başına bağımsız olarak yürüten ‘konuşma merkezi’, ‘anlama merkezi’, ‘öğrenme merkezi’ gibi hayali birtakım merkezlerin bir araya toplandığı bir ‘merkezler topluluğu’ olarak görülmüştür. Sadece kortikal yapılara odaklanan, subkortikal yapıları ve bağlantılarını yok sayan bu modelde beyin birtakım kaba anatomik bölümlere ayrılmaktadır. Buna göre, tüm insan işlevlerinin “sağ beyin-sol beyin fonksiyonları, frontal-temporal-paryetal-ok- sipital lob görevleri, beyin sapı ve beyincik fonksiyonları” şeklinde birbiriyle ilişkisiz beyin bölümlerince ayrı ayrı gerçekleştirildiğine inanılmaktadır. ‘Merkezlerden oluşan beyin’ yaklaşımında, bilişsel becerilerin dinamik nörobiyolojisi yeterince açıklanamamış ve elbette ‘müzik algısının nerede ve nasıl gerçekleştirildiği, müzikle ve diğer akustik uyaranlarla beyin arasında nasıl bir etkileşim olduğu’ gibi sorular da yanıtsız kalmıştır.
Günümüzde ise, nöroteknolojideki gelişmelere paralel olarak ilerleyen ağ sinirbilimi (network neurocience) araştırmalarının fonksiyonel nörogörüntüleme teknikleriyle ortaya koyduğu güçlü verilerin ışığında bu ve benzeri soruların yanıtları oldukça netleşmiş bulunmaktadır. Dahası, müziği oluşturan ritim, melodi, armoni, tempo gibi bileşenlerin ve yapılandırılmış akustik uyaranların hangi fonksiyonlarımızla ilgili beyin ağlarını nasıl etkilediği ve bu etkilerin işlevsel yansımalarının ne olduğuna ilişkin bilgilerimizde büyük bir artış olmuştur.
Güncel nörobilimde beyin, nöronlar arası bağlantılarla bir bütün olarak çalışan büyük bir yapısal ve işlevsel ağ organizasyonu olarak tanımlanmaktadır. Tüm duyusal, fiziksel, bilişsel, duygusal, emosyonel ve sosyal fonksiyonlar gibi ses ve müzik işlemleri de birbirinden bağımsız izole beyin merkezleri tarafından değil; içi içe girmiş bölgesel ve yaygın sinaptik bağlantılar içeren modüler, hiyerarşik, dinamik ve fonksiyonel bir düzenleme çerçevesinde ileri-geri iletişim ve etkileşim içinde çalışan nöron ağlarında gerçekleştirilmektedir.
Ağ sinirbilimi çalışmalarının sağladığı güncel bilgilerimize göre; beyin mimarisi, doğumdan önce embriyolojik yaşamın üçüncü haftasında başlayan ve genetik, epigenetik ve iç-dış çevresel faktörlerin etkisi altında yetişkinliğe kadar devam eden bir süreçle inşa edilir. Fetal beyin gelişimi sürecinde önce daha basit ve yaşamsal nöron bağlantıları oluşur, ardından daha karmaşık becerilerle ilgili devreler şekillenmeye başlar. Yaşamın ilk birkaç yılında her saniyede 1 milyondan fazla yeni nöral bağlantının gerçekleştiği bu hızlı ağ yapılanması devam ederken, bir yandan da beyin devrelerinin daha verimli çalışması için gerekli olan ağ uzmanlaşmasını sağlayan ‘budama (pruning)’ adı verilen bir konsolidasyon/pekiştirme süreci yaşanır. Konsolidasyon evresinde gerekli sinapslar güçlendirilirken, kullanılmayan gereksiz bağlantılar kaldırılır.
Doğumdan sonraki erken çocukluk yılları, nöronlar arası yeni iletişim yollarının kurulduğu en aktif dönemdir. Ancak, yeni bağlantı oluşumu -yaş ilerledikçe azalsa da- uygun müdahalelerin, deneyimlerin ve güçlü çevresel etkileşimlerin varlığında yaşam boyunca devam eder. Beyin mimarisinin bu yapısal ve işlevsel dinamik değişim yeteneği nöroplastisite olarak adlandırılır. Nöroplastisite; gelişim, büyüme, öğrenme, olgunlaşma, yaşlanma, bozulma, hasarlanma, iyileşme, tedavi, terapi ve rehabilitasyon gibi olumlu ve olumsuz etkileşim süreçlerinde, ortaya çıkan yeni çevresel uyaranların, yaşantıların ve değişen koşulların tetiklediği beyinsel yanıt ve uyum mekanizmalarını kapsar. Özetle; nöroplastisite, moleküler düzeyden makro-anatomik düzeye kadar beyindeki tüm yapısal, bağlantısal ve işlevsel değişikliklerin altında yatan ve azalarak da olsa ömür boyu devam eden çok bileşenli bir beyin değişim kapasitesidir.
Beyin mimarisi nöroplastisite zemininde değişmeye ve gelişmeye devam ederken ortaya çıkan ilk fonksiyonlardan biri ‘işitme’dir. Diğer insan duyu sistemleri de işitme gibi doğumdan önce çalışmaya başlar. Ancak, fetüsün maruz kaldığı akustik uyaranlar (iç ve dış çevresel sesler) görsel, dokunsal, koku-tat gibi diğer duyusal uyaranlardan çok daha güçlü ve çeşitlidir.
Bu nedenle frekans ayrımı yaparak çeşitli sesleri algılama ve işlemeyle ilgili beyin ağları, diğer duyu işlemcilerinden çok daha erken devreye girer. Fetus beyni, yirminci gebelik haftasında yani yaklaşık olarak gebeliğin ikinci yarısından itibaren farklı ses örüntüleriyle ilgili (konuşma sesi, müzik, diğer çevresel sesler) nöral işlemleri yapmaya ve iç kulağın (koklea) yirmi beşinci haftada yetişkin boyutuna ulaşmasıyla birlikte seslere karşı motor tepkiler (hareket yanıtı) vermeye başlar. Fetüs geliştikçe, işitsel algı yetenekleri de aşamalı olarak gelişir ve doğumda neredeyse yetişkin düzeyine yaklaşır. Bu nedenle, hem algı hem de ifade boyutunda ses ve müzik işlemlerini yapmaya hazır bir beyinle dünyaya gelen insan, doğumdan yaşam sonuna kadar seslere, özellikle de zengin müzikal uyaranlara karşı derin bir yanıt duyarlılığı gösterir.
Ses, müzik ve akustik uyaranlara karşı her yaştan insanda doğuştan gelen ve müzik bilgi ve becerisine sahip olmayı gerektirmeyen bu özel duyarlılık, SAS Metodu’nun -beynin kapılarını açan- çok yönlü etkileri için en temel dayanaktır.
Uluslararası Nöromodülasyon Derneği tarafından ‘Elektriksel, optik, akustik veya farmasötik ajanların hedef bölgeye iletilmesiyle nöron aktivitesinin değiştirilmesi veya modüle edilmesi’ olarak tanımlanan nöromodülasyon, nöronal aktiviteler üzerinde doğrudan etki yaratan bir teknolojidir.
(Bkz: https://www.neuromodulation.com/about-neuromodulation)
Önemli nöromodülatörler arasında dikkate değer bir konumda olan müziğin ve akustik modülasyonların beyin ve davranış üzerindeki etkileriyle ilgili literatür hızla genişlemekte ve beyinde olumlu etkiler oluşturmaya dönük ses, müzik, frekans tabanlı uygulamaların bilimsel dayanakları da günden güne güçlenmektedir.
(Bkz: https://sascentre.com/page/sas-bilim)
Diğer taraftan; nörobilim alanında geçerli olan evrensel kabule göre, beyindeki yapısal ve fonksiyonel bağlantı organizasyonları sabit ve statik olmayıp iç ve dış uyaranlar doğrultusunda değişebilmektedir. Bu dinamik organizasyonda SAS Metodunda seçilmiş müzik eserlerine gömülü akustik modülasyonların etki mekanizmalarına dayanak oluşturan temel özellikler aşağıda sıralanmaktadır:

Sağlıklı ya da gereksinimli bireylerde spesifik beceri ve işlevler yanında genel olarak yaşam kalitesini iyileştirmeye dönük eğitim, terapi ve rehabilitasyon uygulamaları esas olarak nöroplastisiteyi artırmayı, yönlendirmeyi ve işlevsel beyin ağ organizasyonunu düzenlemeyi hedeflemektedir. Mevcut kanıtlar, farmakolojik olmayan destek müda- haleler arasında müzik tabanlı terapötik stratejilerin beyni yeniden şekillendirmedeki dönüştürücü potansiyelini vurgulamaktadır.
İlgili araştırma alanlarında bilişsel, ruhsal ve fiziksel rehabilitasyon için yenilikçi, birey merkezli çözümler geliştirmek amacıyla disiplinlerarası çalışmalar artarak devam etmektedir. Bu bağlamda SAS Metodu, nörobilim temelli destekleyici bir yöntem olarak sağlıklı bireylerden gelişimsel ve edinsel nöropsikososyal bozukluğu olan bireylere kadar geniş bir yelpazede faydalı olma potansiyeline sahiptir (bkz. https://sascen- tre.com/page/uzmanlik-alanlarimiz).
Beyin temelli bozukluklara eşlik eden nöropsikososyal sorunların çoğu, gelişimsel veya edinsel nedenlerle ortaya çıkan yapısal ve işlevsel bağlantı bozukluklarıyla ilgilidir. ‘Diskoneksiyon Sendromları” olarak da tanımlanan bu bozukluklar, beyin alanları arasındaki yolakların endojen vaya dış kaynaklı faktörlerle ilgili olarak uyumlu ve verimli çalışmaması anlamına gelir.Nörofizyolojik ve nörokimyasal değişikliklerin de eşlik ettiği fonksiyonel bağlantı bozukluklarının bir ucunda Otizm, Öğrenme Güçlüğü, Serebral Plasi, İnme, Parkinson, Demans-Alzheimer, MS vb. bilişsel, psikososyal, fiziksel ve duyusal sorunların eşlik ettiği nörolojik durumlar; diğer ucunda zaman zaman davranış ve emosyonel bozukluklarının da eşlik ettiği Depresyon ve Anksiyete gibi psikiyatrik problemler yer alır. Sinaptik (bağlantısal) nöroplastisite, bu problemlerin altında yatan bozulmuş beyin ağ organizasyonunun onarımında önemli bir yer tutmaktadır.
Bu nedenle, sinaptik nöroplastisite mekanizmalarının uyarılması ve güçlendirilmesi çoğu terapi uygulamalarının ana hedefidir. SAS Metodu’nun amacı beyindeki nöral devrelerin aktivasyonunu ve entegrasyonunu kolaylaştıran nöroplastisite mekanizma- larını harekete geçirmektir. Bu amaçla, ihtiyaçlar doğrultusunda kişiye özel yapılandırılan SAS programları, beyinde sadece müzik işlemcilerini değil, santral işitsel işlemleme süreçleri üzerinden duyu-motor, bilişsel ve emosyonel becerilerle ve psikososyal işlevlerle entegrasyonu sağlayan bağlantı ağlarını uyararak, multimodal entegrasyon işlemlerinde gerekli olan uyumlu nöral aktivasyonlar için önemli bir hazır bulunmuşluk sağlamaktadır.
Bilimsel perspektiften bakıldığında; SAS Metodu’nun her yaş grubunda ve özellikle nörogelişimsel bozukluğu olan çocuklarda dil, konuşma, dikkat, algı, bellek, öğrenme, motor beceriler, davranış ve psikososyal işlevlerdeki zorluklarına yönelik ana akım terapi ve özel eğitim çalışmalarında güçlü ve yan etkisiz bir yardımcı uygulama olarak kullanılmasının uygun olduğu açıktır.
Bu bağlamda; SAS Metodu, alternatif bir tedavi yöntemi değil, hedef fonksiyonlarla ilgili beyin ağlarında nöroplastisiteyi düzenleyerek nörogelişim ve iyileşme süreçlerini güçlü bir şekilde destekleyen müzik tabanlı non-invaziv bilimsel bir nöromodülasyon yöntemi olarak değerlendirilmektedir.
(Bkz. Ek: SAS Araştırmaları)